“Alevi Ritüelleri: Mitoloji Değil, Yaşayan Ahlak ve Yol Bilinci”
Alevi inancında ritüeller, tarihsel birer kalıntı ya da mitolojik sahne değildir; aksine, insanın kendi varoluşuyla, hakikatler ve toplumla kurduğu canlı bağın somut ifadesidir. Bu bağlamda her ritüel, Alevi öğretisinin “yaşama geçirilmiş” biçimidir. Alevilikten ritüel, soyut bir ibadet değil, ahlaki ve toplumsal bir uygulamadır. İnsanın kendini eğitme, arındırma ve “yol ”da olgunlaşma sürecidir.
Alevi erkânları, insanın hakikate yaklaşma çabasını düzenleyen birer ahlaki ve adalet pratiği olarak ortaya çıkar. Bu nedenle Alevi topluluklarında yapılan; cem, musahiplik, ikrar, görgü, düşkünlük, dara durma gibi erkânlar yalnızca inançsal değil, aynı zamanda sorumluluk yükleyen toplumsal sözleşmelerdir. Bu sözleşme, bireyin kendisiyle, toplumuyla ve Hakk ile kurduğu ilişkide “eline, diline, beline sahip ol” ilkesini temel alır.
Bu yönüyle Alevi ritüelleri, birer “anlatı” ya da “mit” değil; insanı dönüştüren yaşam pratikleridir. Alevilik’te hakikat, yalnızca söylenen değil, yaşanan bir sözdür. Ritüeller, bu sözün hayat bulduğu, insanın kendi nefsini ve eylemini sınadığı alanlardır.
Her erkân, doğumdan ölüme kadar insanın varoluş döngüsüne eşlik eder. Bu döngüde amaç, bireyin kendini “Hak ile bir” bilmesidir. Ritüeller, bu bilinci diri tutar; insanın içindeki adalet, sevgi ve rıza duygusunu toplumsal yaşamda görünür kılar.
Dolayısıyla Alevi ritüelleri ne bir mitin tekrarıdır, ne de geçmişe hapsolmuş semboller bütünüdür. Onlar, Alevi öğretisinin yaşayan ahlakı, “Yol”un bugünde nefes alan vicdanıdır. Her bir erkân, insanı kendi içindeki Hakikate yönlendirir; insanı, insanla ve evrenle barıştırır.
Celal Fırat
